Hakkında Yazılanlardan

"Huriye Necatigil" (11 Nisan 2004)

Dört kadın, dört şair...

HURİYE-BEHÇET NECATİGİL

Sevim Dabağ

Behçet'le yardımcı öğretmen olarak çalıştığım Sarıyer Ortaokulu'nda tanışmıştım. Çocukluğumdan beri şiire ilgim vardı. İlk okuldayken babamın kitaplığından Ziya Paşa, Namık Kemal gibi şairlerin kitaplarını alıp, pek bir şey anlamasam da yüksek sesle okuduğumu hatırlıyorum. Şiirlerdeki ses uyumu çok hoşuma giderdi. Behçet, öncelikle şair olduğu için ilgimi çekmiş olabilir. Tanıştıktan kısa bir süre sonra, benimle ilgilenmeye başladı. Bir okul gezisinde, mendilimi bir süreliğine eline almış, birkaç gün sonra da "Çevre" şiirini yazarak bana getirmişti. Bu şiir, yakınlaşmamızın başlangıcı oldu. Annesini çok küçük yaşta kaybetmesinden sonra, babası yeniden evlenince anneannesinin Karagümrük'teki eviyle babasının Beşiktaş Valideçeşme'deki evi arasında gidip gelerek sıkıntılı ve hastalıklarla dolu bir çocukluk dönemi geçirmiş, Evlendikten sonra da karıkoca çalışarak "orta halli" bir yaşantıyı sürdürebildik hep. Oldukça büyük, ahşap bir konak olan baba evinde, küçücük odasında kitaplara, yazılara sığınarak geçmiş çocukluğu ve gençliği. Müftü olan babası çok ciddi, otoriter bir insandı, az konuşur, pek gülmezdi. Kız kardeşleri de anlatmıştı sonradan, "ağabeyimiz yemek saatleri dışında odasından hiç çıkmazdı" diye. Henüz ortaokuldayken, bir dergi çıkarmış Behçet. Bir dergide olması gereken her şeyin yer aldığı bu derginin tüm yazılarını, el yazısıyla kendi yazıyor, okumaları için arkadaşlarına, akrabalarına veriyormuş sırayla. Adı "Küçük Muharrir" olan bu derginin tüm sayıları hâlâ duruyor evde. Bence onun üretkenliği tamamen yapısal özellikleriyle, kişiliğiyle bağlantılı. Boş durmaktan hiç hoşlanmazdı, mutluluğu, huzuru ve tatmini çalışmakta buluyordu sanıyorum. Belki de durmaksızın çalışmak, hayata katlanmanın bir yoluydu onun için. Kötü geçen çocukluğunun izleri, daha çok şiirlerinde vardır. Örneğin "Ekmek Kırıntıları", "Korku", "Mavi Işık" ilk aklıma gelenler. Öyle zannediyorum ki, çocukluğuna ait iyi anıları olmadığı için, kendi çocuklarına tamamen farklı davrandı, onlara güvenli, huzurlu ve sıcak bir ortam sağlamaya dikkat etti.
BİR ŞİİRİN OLUŞUMU... Onun ölümüyle hayatımızda yeri kolay kolay doldurulamayacak bir boşluk oluştu. Onu anarak, şiirlerini okuyarak ve anısını yaşatmaya çalışarak bu boşluğu doldurmaya uğraşıyorum. Şiirleri, yalnızlığımda bana hep destek oluyor. Ölümünden bu yana nerdeyse yirmi beş yıl geçmesine rağmen kitaplarının yeni baskılarının yapılması, özellikle genç kuşakların onun şiirlerini okuması beni çok mutlu ediyor, çünkü en büyük arzusu yarınlara kalmaktı. Bir şiirin oluşumu sırasında tamamen içine kapanır, nerdeyse dış dünyayla tüm ilişkisini keserdi. Bu dönemlerde gergin ve sinirli olurdu, onu rahatsız etmemeye özellikle dikkat ederdik. Bazen günlerce sürerdi bu gerginlik. Ama sonunda, içine sinen bir şiiri tamamladığında, günlerce suskun geçen akşam soframız aniden şenlenirdi. Bazen yazdığı şiiri de okurdu bize. Onun "evler şairi" olarak tanınması çok yerinde. Şiirlerinde en çok evleri, evlerde yaşananları, sıradan insanların sıkıntılarını yazdı. Ancak genel olarak çoğu şiiri de ailesinden, ortak yaşantımızdan ve yakın çevremizden izler taşıyor. Bazen bir şiirini okuduğumda eski günleri hatırlıyorum, bir anımız canlanıyor gözlerimin önünde. Tüm şiirleri içinde en çok sevdiklerim ise "Solgun Bir Gül Dokununca" ve "Sevgilerde". "Sevgilerde" şiirinin onun hayatını ve hayata bakışını olduğu gibi yansıttığına inanıyorum. Ölümünden kısa bir süre önce, hastanede yatarken onu ziyaret eden arkadaşı Rauf Mutluay'a ayrılırken "Yaşamı erteleme Rauf, yaşamı erteleme!" demiş çok etkilenmiştim duyduğumda.

Kaynak: Cumhuriyet Dergi, 11 Nisan 2004