Hakkında Yazılanlardan

"Doğan Hızlan" (3 Ocak 1988)

Kızgın asfaltlarda bir derviş

Doğan Hızlan
Size her an alçak gönüllülüğü hatırlatan bir duruş. Hafif küllü Birinci sigarasının takılı kaldığı bir ağız. Kesik kesik, es'lerle dolu bir konuşma.
Behçet Necatigil'in portresini bir çizere anlatsam bunu derdim. O çizgilerin içine sığdıracağı ruhu onun çizeceğini, benim de anlatabileceğimi sanmıyorum.
Yapıtını okuduğum her insanın kişiliği bana lezzet vermemiştir. Metniyle baş başa kalmayı yeğlemişimdir. Necatigil, bunun istisnasıydı. Onu görmek sormak isterdim.
İlk başladığım her şeyin önsözüydü sanki. Ne zaman bir günlük gazetede sayfa düzenleme işine girişsem, ne zaman bir derginin ilk hazırlıklarının hummasına tutulsam, gideceğim tek kapı onun Camgöz'deki ahşap şiir sarayıydı. Beşiktaş'tan yukarı çıkarken iki katlı bir ev. İkinci kata çıkınca size kimi zaman tedirgin, kimi zaman sevecen bakan kitaplar, dergiler. Belki Necatigil'in ruh halini artık sayfalarına sindirmişler.
Kabataş Lisesi'nde onu görmeye gittiğimde birdenbire şaşırmıştım. Çekingen duruşu, benim sesimi kısmama neden olmuş, bir çilehanede bir dervişi ziyarete gittiğim duygusuna kapılmıştım. Usta bir şairden çok, ilk şiir karamalarını günışığına çıkarmak için uykusuz geceler geçiren bir müptedi ile karşı karşıya kaldığınızı sanırdınız.
Meğer ki her büyük sanatçının tavrı buymuş. Görünce, okuyunca anladım.
Varlık Dergisi'nin kuruluşunun 20. yılında İstanbul Erkek Lisesi'nde düzenlenen bir edebiyat matinesine gittim. Evler kitabını imzalatacaktım. Evler'deki sorumluluğu, hüznü, kaytarmamışlığı ne çok sevmiştim. İmzalattım. Artık ondan sonra her kitabı imzalatacaktım. Sonra da bir gün gelip çatacak, yazıma Necatigil'in bendeki ilk imzasız kitabı cümlesini anısına bir ağıt gibi yazacaktım.
İçtenlikle laubaliliğin sınırında onu evinde rahatsız ettiğim geç saatlerin anısı birikiyor. Gece onbuçuklarda kapı çalıp bir konuşma için saat hırsızlıkları suçunu işlemek. Televizyon programı için yaz sıcaklarında onu Nüzhetiye Caddesi'nde bir apartman katına sıkıştırmak. Sevdiği için her şeyi severek yapardı. Okumada, yazmada yüksünmenin, usanmanın lafı olmazdı.
Nasıl şiir yazardı? Benim gördüğüm, benim tanık olduğum bir şiirin ulaşması, bir başyapıtın doğum sancılarına katılmış bir kişinin coşkusunu yansıtırdı.
Tepebaşı'ndan aşağıya inerken soldaki kahveye baktınız mı? Tahta sandalyeleriyle, bordo renkli çay tabaklarıyla tam bir semt kahvesi. Bastığınız yer de toprak. Necatigil, kurşun kalemle eski yazıyla birkaç not alıyor. Güneş garip bir bitişle sönecek. O zaman Necatigil, sapsız çantasını alıp Samatya'ya doğru gidecek. Şiir mayalanmayı bekleyecek, yeniden tıraşlanacak, bir gece göbeği kesilip altına tarih konup, B. Necatigil imzası ile birlikte bir dergiye gönderilecek.
Yeni doğmuş bir şiir, sapsız çantadaki yerini aldı ve şairiyle birlikte Yedikule Safa Lokantası'na ulaştı. Cumartesi akşamıdır. Ali Tanyeri ile Kamuran Şipal bekliyordur "Hoca"yı.
Betebeli küçük bahçedeki havuzun başında belki bir şiirden birkaç dize okunacak, belki de divandan Batı şiirine kadar, gani şiir sultanlığından bir kişi masaya konuk olacak. Olmayabilir de. Es'lerle biten bir geceye hazırlık olun. Divançe'nin çıktığı gün. Çevirmen Mahmut Kıratlı'nın ana okulunun bahçesi. Behçet Necatigil, Kamuran Şipal, Ali Tanyeri ve ben. Hoca'yı küçük küçük sorularla sıkıştırıyoruz. "Ben bundan önce yazdıklarımı inkâr ediyorum" diyor. Yeni Gazete'nin sanat sayfası için çarpıcı bir konuşma. Pazar sabahı gazeteye koşuyorum, yazının kurşun kokuları arasında sayfaya girişinin tadına doyamıyorum.
Hemen bir telgraf yıldırım telgraf.
"Sayın Behçet Necatigil,
Cumartesi akşamı yaptığınız konuşmayı dizgiye verdim. Eğer düzeltmek istediğiniz yerler varsa, sizi gazetede bekliyorum. Saygılar, Doğan Hızlan."
O telgrafı alınca nasıl güldüğünü düşünebiliyorum. İçinden bana kızdığını şiir tanrısı adına da beni bağışladığını biliyorum.
Sevgilerde; onun kitaplarından yapılmış bir seçki. Seçmeyi yayınladım bir de önsöz yazdım. Cumartesi akşamı, kitabın çıkışını izleyen ilk hafta sonu, evinde yemekteyiz. Fethi Naci, Edip Cansever, Hilmi Yavuz, Rauf Mutluay, geceden göz belleğimde kalanlar. Huriye Hocahanım'ın -Huriye Necatigil'e öyle deriz- güzel yemeklerine adım attığımız anda, elinde bir kâğıtla ayağa kalkıyor hoca ve hepimizi teker teker özelliklerimizle anlatan bir gazel okumaya başlıyor. İçten dışa, dıştan içe bunca özelliğimizi şiirce dinlediğimiz tek gece.
Hep öyle yaşadı, öyle öldü. Kimseyi tedirgin etmek istemezcesine. Şiirden başka hiçbir şeyi değerler dünyasına koymadı. Öyle oldu. Ölüm ilanında "Şair Behçet Necatigil," yazılıydı.

Kaynak: Hürriyet, 3 Ocak 1988