Hakkında Yazılanlardan

"Fethi Naci" (18 Mayıs 2000)

İlk eleştiri

Fethi Naci

Birkaç konuşmamda eleştiriye şiir eleştirisiyle başladığımı söylemiştim. Yazdığım ilk eleştiri, Behçet Necatigil'in Kapalı Çarşı adlı ilk şiir kitabı üzerine. Kitap, 1945'te yayımlanmış ben, iki yıl sonra yazmışım: İstanbul'da, 2 Mart 1947'de. "Naci Bozkır" imzasıyla. Yirmi yaşımda. Giresun Halkevi Dergisi Aksu'nun Eylül 1947 sayısında yayımlanmış: "Behçet Necatigil'e Dair". O eleştiriyi merak ediyordum. Aksu dergisini bulmam neredeyse olanaksızdı. Ama bu yıl, Sina Akyol'un İkindi Kitabı adlı şiir kitabıyla aldığı Behçet Necatigil Şiir Ödülü'nün töreninde çok hoş bir sürprizle karşılaştım: Necatigil ailesi Behçet Necatigil'in kitaplığında tam elli üç yıl önce yayımlanan Aksu dergisini bulmuş, eleştirimin fotokopisini getirmişti. Doğrusu bu gençlik yazımdan, bu "ilk eleştiri"den vazgeçemedim. Yazıdaki dizgi yanlışlarını düzeltmekle yetindim. O zamanlar Giresun'da sadece Yeşilgireson matbaası vardı. Harfler elle dizilirdi. Hâfız diye bir işçi (dostumuz), ufak tefek dizgi yanlışlarını düzeltmezdi, hele "virgül" ve başka noktalama işaretlerini düzelttirmek olanaksızdı. Ben, "Behçet Necatigil'e Dair"i yeniden yayımlarken, sadece Hâfız'ın düzeltmeden bıraktığı yanlışları düzelttim. Bu yirmi yaş eleştirisini bakalım nasıl bulacaksınız...

"Behçet Necatigil'e Dair"

Bakarsınız o şiirlerden birinde Behçet Necatigil'le bir misafirliğe gideriz. Rahat ve sade bir ev... Küçük çocuklar vardır orada, afacan ve sevimli çocuklar; bütün gün oynamışlar, yorulmuşlardır; bir köşede çocukluğun o temiz ve rahat uykusunu uyumaktadırlar. Rahat bir ev, çoluk-çocuk... Bir çatı altında ve gözlerden uzak bu ne güzel saadettir böyle! İçimize hoş duygular dolar; böyle bir hayatın hasretini çekeriz. Hayalimizde ufak bir yuva kurarken birden yaşamak zorluğu gelir akla. Küçük bir memur, fakir bir işçi, bir esnaf, bir ameleyizdir nihayet. Fakirlik belimizi bükmüştür. Sesler duyarız: "Dikkat, derler, kapılma aşka!.." O zaman hayal kurmaktan başka bir şey gelmez elimizden. Bir yalnızlık, bir gariplik içinde, dudaklarımızda acı bir tebessüm, kendi kendimizle alay ederek yavaşça mırıldanırız: Dostum, fena olmaz, evlilik hakkında Bir kitap okusak. Gerçi "Dikkat, kapılma aşka!.." diyen sesler duyarız ama, gene de sevmekten kendimizi alamayız. Bazen bir balık sayesinde eski bir dostu hatırlarız, bazen karşımızda zevkettikten sonra tiksindiğimiz fakat "sellere kapılınca yine de gittiğimiz" kadınları buluruz, alçakgönüllüdür onlar, yüzyirmibeş kuruşluk, ikibuçuk liralık saadet satarlar bize. Fakat bazen de bir başkasına tutulmuş birini severiz, bizi tersler: Benim derdim bana yeter, Git işine! Fakat ne de olsa serde gençlik vardır. Ve tam sevme çağıdır. Seneler kuş gibi uçmaktadır ve sonumuz da nasıl olsa bir avuç topraktır. Ve ilerde: "Bir gün gelir bu yollardan - Şahit ister geçtiğime" demek zorunda kalacağız. Bunun için gençlik icabı severiz, böylece yaprak da ağaca bağlanır: Seni iş başında sırtına geçirdiğin Siyah gömleğinle seviyorum. Sevdiğimiz de bizim gibidir; çalışan, alnının teriyle geçinen biri. Görülüyor ki bu şiirlerde aşk mücerret olarak ele alınmamıştır; burada gördüğümüz aşk, bugünkü sosyal ve ekonomik şartlar içindeki Türkiye'de yaşayan fakir ve orta halli insanların aşkıdır. Bakarsınız bir başka şiirde, bir kahveci kızı boynunu bükerek mırıldanır: Okutmadılar Orta'dan sonra, Tahsilim de kaldı yarım. Güzel olsam, zengin olsam Anlarım Bunları söyleyen yalnız bir kahveci kızı mıdır! Onun gibi Orta'dan sonra okuyamayarak fabrikalara gidenler, yüzlerinin rengi de tütün gibi sarı reji kızları, Behçet'in "Genç kızlar gördüm, yüzleri vereme benzer" dediği kızlar, bir memuriyet bularak sırtına siyah bir gömlek geçirmiş olanlar, evlerde kapanmış kalmış kızlar... Az mıdır bunlar? Onlar da hep aynı çaresizlik içinde, kahveci kızı gibi, boyunlarını bükerek: Güzel olsam, zengin olsam anlarım diye mırıldanıyorlar mı? Behçet Necatigil'de yalnızlık içinde bunalmış, geceleyin yollar gibi sokaklarda kalmış erkeklere de sık sık rastlarız. Bir bakarsınız ansızın yanından geçen bir kızın arzulu ve davetkâr bakışlarını neden sonra farkeden bir delikanlı çıkar karşımıza. Bir bakarsınız, tanımadığı bir şehirde can sıkıntısından bütün gün dolaşan bir garip kişi görürüz; gezmekten ayaklarına karasu inmiştir, akşama doğru ağlamaklı olur. O yalnızdır, gariptir, eş-dost uzakta kalmıştır; içmesin de neylesin bu adam: Çünkü geceye karşı konur iki türlü: Biri ailece evlerde, öbürü, harvurup ömrü İçkili yerlerde. Behçet Necatigil'de tabiat şiiri de vardır; hem de şimdiye kadar okuduklarımıza hiç benzemeyen bir tabiat şiiri: "Kır şarkısı". Şu samimiyete, şu gülümseyerek konuşmaya bakın: Ellerime hanımböcekleri konuyor, Ne şeker şey onlar. Uç böcek, uç böcek diyorum, Uçuyorlar. Bu şiiri okuduktan sonra hanımböceklerini sevmemek mümkün mü? Behçet Necatigil, bir insanın ilgilenmesi lazım gelen meselelerde şiirlerinde onlardan bahseder. Harp olmuş, nice insanlar ölmüş, niceleri evsiz-barksız, anasız-babasız kalmıştır. Bir küfeci bile harpten, harbin getirdiği sefaletten bahsettiği halde, bir şair bundan niçin bahsetmesin? Behçet'in denizaltı şiirinden bir parça alıyorum: Harp patladı, nüfus azaldı, Çehreler ufaldı. Toprağın üstü kan içinde yüzdü. Ölüleri yerleştirmekte Aciz gökyüzü. Ve şair, bu vahşet karşısında "İnsanlık sevgisi lafta kaldı" demekten kendini alamaz. Harp, yalnız savaşanları mı mahvetti? Harp dışında kalan Türkiye'de biz az mı sıkıntı çektik, az mı kötü günler yaşadık?.. BUĞULU CAM Gökleri, yıldızları geç bir kalem; Bir de mazi malı bu ağızları! Bak ne düşünmekte elâlem. Kaşık kadar kaldı yurdumun kızları Bu bahar vakti verem, Aldı gıdasızları. Geçim derdi canımıza tak dedi; Gel de bahset havadan, sudan. Kalmadı yaşamanın eski lezzeti; Nerdesiniz memleketimin bolluk çağları Artık kalkın da derin uykudan Emrinize verelim mısraları. Öyle kötü bir zamanda yaşayan insan, ölümü düşünmekten kendini alabilir mi? Behçet Necatigil, bazen saadetin kendisine bu dünyada gelmeyeceğine inanarak ölümü beklediğini söyler; bazen de "yaşamak öyle güzel ki" der ve ölmek arzusundan vazgeçerek "ölüm sen beni aldatamazsın – Aklımda" diyerek bu dünyaya olan bağlılığını anlatır. Behçet Necatigil'in şiirlerinin konuları bunlardır işte. O, kendi zamanını, beraber yaşadığı, her gün görüp tanıdığı insanları, onların dertlerini, sevinçlerini, küçük ve temiz hayallerini veriyor şiirlerinde. Onun şiirlerinde kendimizi, haklı buluyoruz. Gerçi şiirde bir kişi konuşur; fakat bu konuşan, geniş bir insan kütlesinin dertlerini, sevinçlerini kendi kalbinde duymuş, bu geniş insan kütlesinin sözcüsü olmuştur. Fertçi gözüken bu şiirlerin böyle bir sosyal karakteri vardır. Behçet Necatigil'in şiirlerinin güzelliği göklerin güzelliğine benzer; bu şiirler de gökler gibi, her türlü süsten, yapmacıktan uzak ve öylesine sade, derin, tesirlidir. Yeni şiir küçük bir zümreye değil de halka hitap etmek istiyor. O zaman şairin halktan, halkın dertlerinden, sevinçlerinden birtakım meselelerinden, halkın konuşmasıyla bahsetmesi icap eder. Bunun içindir ki yeni nesil şairlerinde konuşma dilinin zenginliğinden istifade gayreti görülür. Behçet Necatigil'in de her şiirinde konuşma dilinin ifade zenginliğinden gayet ustalıkla faydalandığını görüyoruz. Behçet Necatigil'in şiirlerinde çok tabiî, rahat bir söyleyiş vardır. O hakikaten söyleyecek sözü olduğu için şiir söyler. Bundan dolayı şiirlerinde hiçbir zorakilik, kendini sıkma yoktur. Behçet Necatigil, kolayca pek meşhur olmuş bazı şairlerimizin yaptıkları numaralara tenezzül etmediği için, o şairler kadar tanınmamıştır. ÇünkÜ Behçet: Üstüme çevrilen aydınlıklar içinden Gece - beni kurtar! diyen bir şairdir. Kendi halinde, çalışır ve eser verir. Kapalı Çarşı ne güzeldi. Hele o kitabı çıkardıktan sonra yazdığı şiirler: Kızlar, Deniz Altı, Geceleyin Erkekler, Barbaros Meydanı, Renkli Fener, Buğulu Cam, Ölü Utanıyor... Behçet Necatigil'in yeni neslin en değerli şairlerinden biri olduğuna inanıyorum.

İstanbul 2 Mart 947

Kaynak: Cumhuriyet Kitap, Sayı 535, 18 Mayıs 2000