Hakkında Yazılanlardan

"Oktay Akbal" (5 Eylül 1993)

Şairlere Ölüm Yok

Oktay Akbal

İlk karşılaşmamız. Cennet bahçesi. Sıcak bir ilk yaz günü. Masada şairler, dostlar. Sessiz, utangaç. Zonguldak'tan yeni mi gelmişti? Kabataş Lisesi'nde edebiyat öğretmeni. Öğrenim gördüğü lisede... O gün pek az konuşmuştu. Daha çok, yeni tanıştığı bizleri dinlemişti. Şakalarımızdan, takılmalarımızdan pek hoşlanmamış gibiydi. Bir çeşit yadırgama içindeydi. Yıl 1945. Son karşılaşmamız. Cerrahpaşa Hastanesi. Cahit Külebi, Sami Karaören'le beraberiz. Bir koğuş yatağı. İlaçlar, kâğıtlarla dolu bir masacık. Kitaplar elbet. Şiirler... Kaç gün daha yaşayacak? Bunu biliyor mu? Gülüyor, her zamanki gibi konuşuyor bizimle. En eski arkadaşı Külebi... Ta, Yüksek Muallim'den bu yana. Kaç yıl? Altmış yıl mı, daha fazla? Eski yazılarla çiziktirilmiş o satırlar yeni şiirleri miydi? Ardında bıraktığı, sonra "Söyleriz" başlıklı kitapta toplanan şiirler mi? Zordur söz bulmak böyle anlarda. Yine de bir şeyler anlatılır. Gülerek. Gülmeye çalışarak... Sonra yatağından kalkıp bizi dış kapıya kadar geçirmesi bir sonsuz ayrılmanın belirtisiydi elbette.

Bir Boğaz vapurundaydık. Yaz dinlencesinin başlangıcı. Püfür püfür esen rüzgâr. İlle de Sarıyer'e gelmemi istemişti. Bir süre için Sarıyer Ortaokulu'nda ders veriyordu. O gün okulda ilkyaz töreni varmış. Bir iki güne kadar okullar dinlenceye girdi girecek. Ne güzel yerdeydi bu okul! Öğrenciler, öğretmenler bir bayram günü havasındaydı. Şarkılar, kaynaşma, arkadaşlık... Öğretmenlerle tanıştık. Necatigil'in en çok ilgilendiği bir bayan öğretmen vardı. Yanımızdaydı, bizimle ilgileniyordu o da. Edebiyatsever, şiirsever bir Türkçe öğretmeni. Limonatalar, pastalar. Okulun bahçesi kademe kademe yükseliyordu. Geziyorduk birlikte. Bir ara onları yalnız bıraktım. Bile bile yaptım. Bir ilgi vardı çünkü karşılıklı. Dönüşte vapurda Necatigil günün havasını veren taşlamalar söylüyordu. Mutluluğu okunuyordu. Çok geçmedi, o bayan öğretmen, Bayan Necatigil oldu. Vişnezade'deki kocaman ahşap evdeydik. Nikah memuru gelmişti. Necatigil'in tanığı olmanın sevincini hep duyarım. Bir süre sonra taşındığı başka bir ahşap evde kutlamaya gidişimi... Tekli yaşamdan, şair yalnızlığından, o hep bir suç işlemiş gibi durmalardan kurtulup, bir ev, bir eş, daha sonra da bir çocuk, iki çocuk sorumluluğunu yükleniş. Kabataş, Beşiktaş arası gidip gelme. Haftada bir gün bizlerle Suna pastanesi'nde, Haylayf'ta, Elit'te birlikte olma. Sait Faik, Salah Birsel, Dağlarca, Naim Tirali, Fahir Onger ve öteki yazar, şair dostlarla... O günlerde bana piket oynamayı öğretmişti. Dostlar bezikte vido çekerken biz bir yanda piket oynardık. Nasıl oyundu o? Kırk beş yıl önceden kalan anılar işte böyledir yarım yamalak. Şiirine en yakışan şairlerin başında gelir Necatigil... Duyarlıdır, ama bunu göstermekten kaçınır. İçinde fırtınalar kopar, ama bunu göstermez. 45'li yıllardan kalan bir şiirinde söylediği gibi "Ölüsünü göstermeyen cins kediler gibi uzağında – Hayalimde ufak bir yuva kuruyorum – Sonra yaşamak zorluğu geliyor akla – Dikkat kapılma aşka diyen sesler duyuyorum".

Saklı sudur o bir şiirinde yazdığı gibi! Gözlere görünmek istemeden akar. Güzel çiçeklerin dibinden... İçten içe. Sizi kendi dünyasına götürür. Her şairin daha doğrusu duyarlı her insanın içinde kördüğümlenmiş bir korkunun içinde. Ölümle şöyle eğlenir: "Uzayacağa benzer – Tutuştuğumuz lades – İşi gücü bırakıp – Mezarlığa bakan bir ev tuttum – Ölüm sen beni aldatamazsın – Aklımda!" Anılar üşüşür birbirini iterek. Kırk yıla yaklaşan bir dostluğun sararmış yapraklarında inci tanesi gibi parlar o birliktelikler. İşte Zonguldak gezisi, Bedri Rahmi, Özdemir Asaf, Necatigil... İşte edebiyat matineleri. İşte Kabataş Lisesi'ndeki sınıfı. Öğrencileri, Hasan Pulur, Hilmi Yavuz. Daha ötekiler. Yüzlerce belki binlerce... Bir şiiri vardır, hep yinelerim gökyüzüne, yıldızlara baktığım geceler: "Seni karanlıkta yatırıyorlar – Korkuyorsun geceden – Bakıp bakıp pencereden – Yatağına sokuluyorsun" diye seslenir gökyüzündeki yıldızlar. Avutur, yüreklendirir. "Ben hep eski yerimdeyim biliyorsun – Hava açık olduğu zamanlar – Beni seyrediyor seviniyorsun"der . Zaman akıp geçecektir, hani o eski ünlü şarkıdaki gibi "Sevişmek ah ne hoştur yıldızların altında." Hoştur, güzeldir ama, çocuklar büyüyecektir, gelecek bambaşka bir biçim alacaktır. Ama yatağında büzülüp pencereden parlayan yıldızları seyreden çocuk yine de umutsuz olmamalıdır. Necatigil o gökyüzündeki yıldızlar adına konuşur çocukla, belki kendisiyle: "Seneler geçip gider, büyürsün – Bir gün olur hepsi biter. Endişeler, o çocuk üzüntün – Hepsi biter. Aydınlanır senin için geceler – Güneş gibi görünürsün. Biraz sabır, küçük çocuk, biraz sabır – Ama Allah'ın koyduğu yerde – Yıldızlar her zaman yalnızdır".

Sigarası düşmezdi dudağından. Biri söner sönmez bir yenisi yakılırdı. Şu sigarayı bir türlü sevemedim. Gençliğimde ben de bir süre dadanmıştım. Dudağımda, elimde sigarayla çekilmiş resimlerime bakarken "Acaba bir oyun muydu, bir gösteri miydi?" diye düşünürüm. Necatigil de, Reşat Nuri gibi sigarayı dost sayanlardandı. Ama o dost zamanla öldürücü düşman kesildi. Yedi bitirdi akciğerini... Bir güzel an. Karaören'in evinde bir dost sofrası. Sabahattin Kudret, Lütfi Özkök, Behçet Necatigil elinde yine sigarası, yüzünde alaycı mı, hüzünlü mü, mutlu mu olduğu anlaşılmayan bir gülüş... Zamandan çalınmış anlardır fotoğraflar. Solsalar da, kararsalar da o anları yaşatırlar. Başka bir resim de Taksim Anıtı önünde, Necatigil, Tirali ve Alp Kuran... Nedense hiç değişmez Necatigil'in fotoğraf duruşları. Hep kendisidir. Kimseye benzemez. Oysa çoğu kişi fotoğraftan fotoğrafa başka bir kişilikle görünür, ama o değil.

Bilmem Behçet Necatigil Sokağı'ndan geçtiniz mi? Beşiktaş'ta bir yer. Şair orda bir ahşap evde birkaç yılını geçirdi. Yoksul bir sokaktır. Oysa adı Beşiktaş'ta bir caddeye, bir meydana da verilebilirdi. Ama o sokaktı, o evdi Necatigil'in şiir dünyasına yakışan, şairin kimliğinde yer eden.

Ölümünden sonra yayınlanan "Söyleriz" adlı kitabında Necatigil'in kişiliğini en doğru belirten şu dizeler: "Biz de gittik, önemli mi? Bizim de şiirlerimiz – Çevrildi. Batı dillerine. Bir batılı geçtiğim çizgilerden – Geçmedikçe – Ne kadar anlar beni – Sirklerde zebra. Eğlencelik arar gibi – Okuyacaksa beni – Kalsın istemem ondan gelecek – Hayır. Ben kendi yurttaşlarıma - Anlatamıyorsam derdimi – Kalsın - Kalsın daha iyi!" Her dostun gidişi bir boşluk açar yüreğimizde. Hele günler geceler geçirdiğimiz, yazdıkları yaşadıklarıyla özdeşleşmiş olduklarımız. Anılar birbirini itiyor. Bir savaş! Ben öne çıkmalıyım diyen diyene! Bir yaşam boyu sürecek bu içimdeki savaş...

Size seslenmiş son şiirlerinden birinde. Size bize kendine... Şairler hep seslenirler bir boşluğa. O boşluklar ancak böyle dolacaktır. Bir anlam kazanarak... "Ölümümde odaya doluşmayın – İçeriye girmeyin – Ne olacak girecekseniz de – Gitsin – Gitsin bekleyin. Daha belki ben oradayımdır, girmeyin – Tozlansın hele her şey – Görülsün istemem, nelerim varmış. – Merakınız zaten geçer, üzülmeyin. Yanlış yerde bir kitap – Rastgele konmuştur – Yeri orası mıydı? Hemen not düşmeyin. Sağken öğrettikleri – Bir mendili bir yerde – Ele verir birinizi – Ölümü de bir ders unutmayın".

Kaynak: Milliyet, 5 Eylül 1993