Basından / Törenlerden

2003

Ortam direncimi kırıyor

“2003 Behçet Necatigil Şiir Ödülü”, ‘Şeytan Uçurtması’ adlı kitabıyla Ali Hikmet’e verildi. Adalet Ağaoğlu, Füsun Akatlı, Prof. Dr. Cevat Çapan, Doğan Hızlan, Mehmet H. Doğan ve Prof. Dr. Tahsin Yücel’den oluşan jüri, Şeytan Uçurtması’nı ödüle değer buldu. Hilmi Yavuz, kurulda olmasına rağmen oylamaya katılmadı. İlk kitabı ‘Küf’le, edebiyat çevrelerinin dikkatini çeken Ali Hikmet’in ‘Şeytan Uçurtması’ adlı kitabı geçtiğimiz yıl Can Yayınları’ndan çıkmıştı. ‘Şeytan Uçurtması’ ile imge dünyasını zenginleştiren, şiirinin gövdesini daha da sağlamlaştıran Ali Hikmet, ‘Çocukluğun, yalnızlığın ve yağmurun içine işlediği dizeleriyle adeta iç–Odysseia’da kendi izini kovalıyor.’ Hilmi Yavuz’a göre, Ali Hikmet’in “Şeytan Uçurtması’nda, tıpkı ‘Küf’te olduğu gibi, ağır bir hüzün havası var. Belki de buna ‘hüzün’ değil, ‘melal’ demek daha doğru olur!” 

Zaman, 9 Nisan 2003

"Ortam direncimi kırıyor" 

Behçet Necatigil Şiir Ödülü'nün bu yılki sahibi Ali Hikmet: 'Şiir satılık bir şey haline geldi. Bu ortam benim de direncimi kırıyor' diyor.

Türkiye'nin en önemli şiir ödüllerinden Behçet Necatigil Şiir Ödülü'nü bu yıl ikinci kitabı 'Şeytan Uçurtması' ile Ali Hikmet kazandı. Kitabının son bölümünde 'Şiir bazen yazılmaz, bazen de okunmaz/ Çünkü her şey bazen sıkıcı olabilir' diye yazan 32 yaşındaki Ali Hikmet'le ödülü ve şiir üzerine konuştuk.

-Bugün, Türkiye'nin en önemli şiir ödüllerinden birini aldığınızı öğrendiniz.

Evet öğrendim ve biraz şaşırdım doğrusu. Çünkü benden önce bu ödülün verildiği kişilerin çoğu Türk şiirinde belli bir yere gelmiş insanlardı. Ben kendime 'Oraya geldim mi?' diye soruyorum, hayır gelmedim. Daha çok yolum var ve bu benim için büyük bir sorumluluk. Ödül almanın güzel yanı birilerinin gelip sana soru sorması. Bu kitap mayısta çıktı ama o günden bu yana kimse gelip bir şey sormadı bana. Ben bu kitabın da diğeri gibi tozlanıp kalacağını düşünmüştüm ama şimdilik öyle olmadı gibi...

-Bu ödülü alan şairlerin çoğu Necatigil şiirinden çok etkilendiklerini söylemişlerdi. Bu sizin için de geçerli mi?

Etkisi yeni başlıyor belki. Necatigil çok etkilendiğim şairlerden biri. Ama aynı oranda etkilendiğim Edip Cansever, Oktay Rifat, Ahmet Haşim ve Yahya Kemal de var. Diğerlerine dil ve tarih olarak daha uzağım. O dönemde yaşamadan o şiir hissedilebilir ama yazılabileceğini sanmıyorum.

-Şiire başlamanızda babanız Hilmi Yavuz'un etkisi oldu mu?

Şiir yazmak benim için kaçınılmazdı. İnsanın kanında şiir varsa, yazmak kaçınılmaz oluyor. Ama ben 17 yaşına kadar babamın şiirlerine bakmak bile istemedim. Bu, ona baba olarak duyduğum tepkiden kaynaklanıyordu. Ama içimdekileri kâğıda dökmeye başlayınca en yakınımda olan insana, Hilmi Yavuz'a gösterdim. O zaman bana 'Senin çok yolun var' demişti ama bir şey gördü. Mesela ilk kitabımda sadece bir dizeyi sevmişti. Onun dışında o kitap onun için yoktu.

-Babanızın şair olması sizin şairliğinizi nasıl etkiledi?

Birçok insan bana 'Sen şiir yazma, senin işin daha zor' dediler. Bu da babamdan kaynaklanıyordu. Birtakım yazılarda bazı sözler söylendi. Bunların bir kısmı kırıcıydı. Ya da ben hassas davrandım. İnsanın babası şair diye kendisi şair olamayacak mı? Beni okumadan babamla yargılamaları kırıyor. Babasını sevmezdim ya da babası gibi yazmıştır diye incelemeden yorumlamaları haksızlık.

-Edebiyat çevrelerinin şiire bakışı nasıl sizce?

Şiir satılık bir şey haline geliyor. İnsanlar eskiden kendileri için şiir yazarlarmış. 'Böyle bir şiir gördüm' diye birbirleriyle paylaşırlarmış ama şiir giderek yalnızlık içeren bir şey haline geldi. Bu ortam benim de direncimi kırıyor. Kitap çıktığında birileri geliyor, 'Güzel olmuş ya da imzalayıp versene' diyor. Hepsi o kadar. Çünkü birinin dostu, arkadaşı değilsen kitabının çıkması, senden bahsedilmesi mümkün değil. Arayıp soruyorsan, ilgileniyorsan yakınsın. Eskiden ben de uğraşıyordum ama uzaklaştım. Artık kimseye 20 yaşındaki duyarlılığımla davranamıyorum. Edebiyat dünyası giderek kendinden uzaklaşan, birbirine diş bileyen ve magazinleşen bir hal aldı. Sanatçılar toplumun aynasıdır, topluma ayna tutar ama sanatçıların da kendilerine ayna tutmaları gerekir.

-Peki ya okur?

Okurla iletişim kurulamıyor. Zaten okurdan fazla şey beklemiyorum. Bazen tesadüfen biri benim bir dizemi söylüyor, o zaman çok mutlu oluyorum.

Akşam, 9 Nisan 2003

Ali Hikmet’in törende yaptığı konuşma

“Adıma aldırmayanlar zor alırlar bu yolu” diye yazmış Necatigil. Sen işte Ali Hikmet, 32 yıl önce senin pusetini o en sevdiğin bahçede iten kişinin adına ve adımlarına aldıra aldıra geleceğini bilebilir miydin bu noktaya. Bir tek onun değil elbet, sana onları tanıştıran baban Hilmi Yavuz’un, Edip Cansever’in, Oktay Rifat’ın ve adlarını saymakla seni dinleyenlerin zamanını almak istemediğin onlarca usta şairin adımlarıydı bunlar. Ama geldiğin nokta işte öyle çetrefil ki, tökezlememek, beş nefes alıp bir laf etmek gerek. Oysa bu ödülü aldıktan sonra senden bir konuşma beklendiğini öğrendiğinde ödülü aldığına şaşırdığın gibi şaşırıp acemi telaşıyla şu satırları yazdın:

- “Bu çok büyük bir sorumluluk” diye elli değil beş yüz kere de yazsam kara tahtaya, yine de bu sorumluluğun ne kadar büyük ve önemli olduğunu anlamaya ömrüm yetmeyebilir. O halde öncelikle tüm jüri üyelerine beni böylesi bir sorumluluğu kaldırabilecek nitelikte ve yetenekte gördükleri için teşekkür etmeliyim. Sadece yazdıklarıyla var olmak isteyen biri için bu ödülün birtakım sorgulamalara karşılık verme, içinde bulunduğu topluma karşı çok ciddi sorumluluklar içerdiğinin bilincindeyim. Söz uçar, yazı kalır. Lakin… özellikle her şeyin magazinleştiği, kimin ne yaptığından, ne yazdığından çok ne giydiğinin, kim olduğunun toplumun ilgi odağına yerleştirildiği bir ortamda, işimizin ciddiyetini bir kez daha hatırlayarak…