Basından / Törenlerden

2002

Necatigil Şiir Ödülü Ergülen'in

Behçet Necatigil Ödülü, Süreyya Berfe'ye verildi.

1979 yılında hayata veda eden şair Behçet Necatigil'in anısına her yıl düzenlenen "Necatigil Şiir Ödülü" bu yıl, Adam Yayınları'ndan çıkan "Nâbiga" isimli kitabıyla Süreyya Berfe'ye verildi. Geçtiğimiz akşam Taksim Park Mühendishane'de yapılan ödül töreninde bir konuşma yapan şair Süreyya Berfe, Necatigil'in, şiir okuyan ve yazan herkesin ortak yargısıyla Türk edebiyatının en iyi şairlerinden olduğunu belirterek, "Ben, dünya şiirini çok yakından takip ediyorum. Diyebilirim ki Necatigil aynı zamanda dünyanın da en iyi, en büyük şairlerdendir. Keşke şiirleri başka dillere de çevrilse." diye konuştu. Adalet Ağaoğlu, Hilmi Yavuz, Füsun Akatlı, Prof. Dr. Cevat Çapan, Doğan Hızlan, Fethi Naci ve Prof. Dr. Tahsin Yücel'in yer aldığı seçici kurul, 9 Nisan'da bir araya gelerek kararını açıklamıştı. Berfe'nin ödül alan kitabı "Nâbiga", Şubat 2002'de yayımlandı. 1992 yılında "Şiir Çalışmaları" ile "Cemal Süreya Şiir Ödülü"nü alan Berfe'nin, "Hayat ile Şiir", "Kalfa", "Ruhumun", "Gün Ola", ve "Savrulan" adlı şiir kitapları bulunuyor. Behçet Necatigil Şiir Ödülü, geçtiğimiz yıl "Go Dersleri" adlı kitabıyla Hakan Savlı'ya verilmişti.

Zaman, 18 Nisan 2002

Süreyya Berfe ile Söyleşi: Hayatla ilişkisi olamayan bir şiiri hayal bile edemiyorum
Erdal Doğan

-Necatigil Şiir Ödülü nedeniyle sizi tebrik ediyoruz. Siz bu ödülü aldıktan sonra, en çok söylenen, "Süreyya Berfe'nin Necatigil Ödülü 'nü ne kadar geç aldığı"ydı. Sizin için bu ödül sürpriz oldu mu?

Tebrikleri kabul etmeyi şimdilik sürdürüyorum. Behçet Necatigil Şiir Ödülü 'ne daha önceki yıllarda katılmadım. Belki bu yüzden ödülü geç aldığım söylenebilir. Benim için sürpriz oldu tabii. Çünkü kitabı ben göndermedim. Yayınevi (Turgay Fişekçi) göndermiş. "İyi ettin" dedim.

-Peki, "gecikmiş bir şiir ödülü" sizin için neyi ifade ediyor?

"Gecikmiş bir şiir ödülü” olarak adlandırmakta ısrar ediyorsunuz. O zaman üzerinde biraz daha düşünelim. Gecikmişlik nereden kaynaklanıyor? 59 yaşındayım, 60'ına merdiven dayadım. Önceki yıllar yaşı benden küçük olan şairler aldı bu ödülü. Ben, ancak bu yaşta aldım. Durum bu. Ama değil. Ödüle ilk kez katıldım, daha doğrusu katılmışım. Uzatmayalım; gecikme, geç kalma, gecikmişlik söz konusu değil.

-Dikkatinizi çekti mi, bilemiyorum; son yıllarda daha çok kendinden söz ettiren bir şiir oldu; Necatigil şiiri. Sizce bunun belirli bir nedeni olabilir mi?

Belirli bir nedeni yok bence. Birkaç nedeni var. En belirgin, hemen akla gelen ve acıklı nedeni Behçet Hoca'nın yine yaşlanmadan aramızdan ayrılmış olması. Yaşıyor olsaydı kendisinden bu kadar çok söz edilemezdi. Bir sanatçının ölmesi her zaman değerini artırmıştır. Yalnız bizde değil bütün dünyada böyle. Her ülke kendi değerlerine göre davranıyor. Yaşarken sanatçısına, edebiyatçısına hiç değer vermeyen var, çok önem veren de var. Şu bir gerçek ki ölüm değer artırıyor. Behçet Hoca'nın şiirlerine, oyunlarına, çevirilerine, anılarına ilginin artmasına çok seviniyorum. Bu ilginin nedeni Behçet Hoca gibi has bir şairin, dünya çapında bir şairin genç kuşaklar tarafından keşfediliyor olması. Bu keşfin kolay kolay biteceğini sanmıyorum. O mükemmel şiir ne zaman eskir biliyor musunuz? Dünya tepetaklak olduğu ve insanoğlu ortadan kalktığı zaman. Çok bilinen bir şiirinden örnek vereyim; 'Solgun Bir Gül' hiç kimseye bir şey söylemediği zaman. Belki tartışılabilir ama, bence ilginin bir nedeni de hayat gailesinin yeniden ve somut bir biçimde ortaya çıkması. Bugün insanlar hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, gelecek kaygısı altında dünden daha çok eziliyorlar. Dünden daha çok çalışmak zorundalar. Globalleşme denilen uygar, yamyam hepimizin neredeyse canına kastetmiş durumda. Behçet Hoca bu durumdaki insanların psikolojisini çok iyi bilirdi. Onun evi geçindirmek için nasıl çalıştığını, neler yaptığını ben çok yakından biliyorum. Şimdi burada anlatacağımı ailesine de anlattım. Doğruladılar. Behçet Hoca, 'İkinci' marka sigara içerdi. Şimdi yok. Ucuz bir sigaraydı… Ne zaman bir araya gelsek bize 'İkinci'yi salık verirdi. Lezzetli, yumuşak içimli, az katranlı olduğunu söylerdi. Aslında masraf olmasın diye içerdi. Bilirdik ama... Neyse...

-Gerçekten de şiirin ya da şairin hayatla teması, diye bir şey var. Necatigil'de olsun, sizin şiirlerinizde olsun, yaşadıklarınızın izini görebiliyoruz. Buna hep 'yalın şiir' dendi. Yaşamdan koparılmayan bir şiir, dendi. Siz ne diyorsunuz; şiirinizi böyle tanımlıyor musunuz?

Evet, öyle bir temas var. Olmazsa şiir de olmaz. Hayatla ilişkisi olmayan bir şiiri bırakın düşünmeyi, hayal bile edemiyorum. Ama nasıl hayattan bîhaber insanlar varsa hayatın yanından bile geçmemiş şairler var. Bu konu enine boyuna ele alınmadı, tartışılmadı. Birkaç kez değinildi, geçildi. Oysa bir düğüm var burada. Nasıl çözeriz? Çözebilir miyiz? Çözmek gerekir mi? Bilmiyorum. Peki, kendi haline mi bırakalım? Elbette hayır. Bizden örnek verirsem gereksiz polemiklere neden olabilirim. Dünya şiirinden örnek vereyim:

Tarlakuşu konuş! Söylediğin ne  gece yarısı şarkılarında?  Yakamozlanıyor ayışığı denizde  ve uçsuz bucaksız çayırlarda Bitirmek isteğindeyim  övgülerimi usulca,  şarkı söylemeliyim, şarkı, günler, geceler boyunca!..

Bir düşünelim; bu şiirin hayatla ilişkisi, ilgisi var mı? Birinci dörtlük kuru, sıradan, yanlış bir soru ve betimleme. İkinci dörtlük tarlakuşuna yakışmayan, beceremeyeceği bir şey. Çünkü, tarlakuşu gündüzleri ağzını açmaz, durmadan tıkınır. Nobelli şair Gerhart Hauptmann tarlakuşunu tanısaydı, hayatla teması olan bir şiir yazardı. Tanımıyor, deyip hakkını yemeyelim. İyi tanımıyor. Tarlakuşuyla ilgili bir şiir yazacaksan, hayatla ilgili bir şiir yazacaksın demektir. Hayatın o küçücük parçasını (burada tarlakuşu) tanıman, bilmen gerekir. Böyle olunca realist, hatta naturalist bir şiir çıkmaz mı ortaya? Hayır. Yazdığını, yazacağını bilerek yaz; istersen, başarabiliyorsan tarlakuşunu kutuplarda öttür. Şimdi ben, tutup "Sevgilim, tarlakuşu gibisin." desem "Ne kadar güzel, ne kadar sevimli" derler, ama bilmezler ki kafadan atmadır. Kafadan atma şeyler şiir değil midir, olamaz mı? Olabilir, ama ne kadar, nereye kadar? Yazdığınız anadiliniz ve bilginizle denetlenmemişse, onların uzağına düşmüşse düpedüz kötü şiir olur. 2000 yılı Dünya Şiir Günü Bildirisi'ni kaleme alan Melih Cevdet Anday "Ozan, anadili içindeki gizli şiiri ortaya çıkarandır." diyor. Ne kadar doğru. Gel gör ki Melih Bey'i iyi şair olarak görmeyenler var. Orada burada konuşur, ama yazmazlar. Bahtsızlar! Şiir üzerine yazmak, düşünmek netameli iş. Herkes kendi şiirini yazar, yürür gider. 'Nabiga'daki şiirlerden bazılarını, birçoğuna yakınını yaşamadan yazdım. Onlar başımdan geçen şeyler değil. Gördüğümü, yaşadığımı, başımdan geçtiğini varsaydım. Belki de bellek denilen o çöp kutusunu karıştırmışımdır. Şiirlerim üzerine daha fazla konuşmak istemiyorum. Mehmet Kazım yazısında doğru bir değerlendirme yapmış, varolsun.

-Tabii bu tip tanımlar, insana 'demek ki yalın olmayan şiirler de var' dedirttiriyor. Size göre de yalın olmayan bir şiir var mı?

Yalın olmayan şiir var tabii. Karmaşık, karışık, anlamdan kaçan şiir var. Şiirin anlamı var mı, ne anlama gelir? Bilmiyorum. Gerçeküstücü'lerin yazdıkları, bizde İkinci Yeni'cilerin yazdıkları yalın olmayan şiirlerdi. Keşke yine yazılsa, yenileri yazılabilse, şiirin akciğerindeki lekeler temizlense.

-Sanırım "büyük şehirler yaşlı adamları" değil, şiiri kaldırmıyor artık, ne dersiniz?

Büyük şehirlerin yaşlıları kaldırmadığı bir gerçek. Büyük şehirlerde de şiir yazılıyor. Ama doğrudan büyük şehir şiiri yazılabilse, şiirimiz daha da zenginleşir.

-Sizin şiiriniz de şehirleri kaldırmıyor, 'kır'a taşınıyor... Kır, nedir size göre?

Büyük şehirlerde zor yaşıyorum. Elim ayağıma dolaşıyor, bir yabancılık hissine kapılıyorum. Kıra değil de, daha küçük yerlere, sakinliğe, sessizliğe, doğaya taşınmak diyelim. 

-'Kır'a yönelmenizi, şehrin şiirle işi bitmiştir, şeklinde yorumlayabilir miyiz? Yani "bütün günü çalışmakla geçen ve etiyle kemiğiyle şehrin bütün sıkıntısını yaşayan, hangi şiiri yazabilir" sorusunu sorduğunuz oluyor mu?

O kadar değil. Birçok şair büyük şehirlerde yaşıyor, yazıyor. Şöyle buram buram büyük şehir kokan şiirler okumak isterim. Yazmayacaklarsa ben yazacağım. Adını söyleyeyim: 'Metroma ısınıyorum'.

-Foça'yla kurduğunuz ilişki, Can Yücel'in Datça'yla kurduğu ilişkiyi anımsatıyor... Ya da Özdemir İnce'nin Türkbükü'yle...

Foça'yla gerçek anlamda tam bir ilişki kurabilmiş değilim. Hastalıklarla uğraşmaktan ve geç kalmaktan, çalışmaktan kafamı kaldırıp, ayağımı uzatıp Foça'yı doya doya yaşamadım. Çalışmalarımın hepsi bitti. Bundan sonra nefes alırım.

-Belli ki 'Nabiga'da yer alan şiirler de Foça'da yazılmış. Adeta bir aşkın gün dökümü gibi.

Evet. 'Nabiga'daki şiirler Foça'da yazıldı ya da Foça tarafından yazdırıldı. Biraz daha derinlere inip, hem günümüzü hem de geçmişi kurcalayıp Foça şiirleri yazıyorum. Uzunca bir iş. Bakalım. Neyin gündökümü 'Nabiga'? Bu soruya çok açık cevaplar var Mehmet Kazım'ın yazısında.

-Öyleyse 'Nabiga' için aşkın ve şiirin adresi de, diyebiliriz. Kaldı ki ne aşk şiirden, ne de şiir aşktan vazgeçiyor. İkisinin ortak bir kaderi var galiba, ne dersiniz?

Ne güzel, ne sevindirici bir rastlantı. Mehmet Kazım soruları görmeden çoğuna cevap vermiş, sanki..

Gösteri, Haziran 2002