Basından

1999

Necatigil Şiir Ödülü'nü Turgay Fişekçi aldı

Şair Behçet Necatigil anısına her yıl düzenlenen Necatigil Şiir Ödülü'nü bu yıl Sevgi Bağları adlı yapıtıyla Turgay Fişekçi kazandı.

Yapılan açıklamaya göre, Adalet Ağaoğlu, Füsun Akatlı, Prof. Cevat Çapan, Doğan Hızlan, Fethi Naci, Hilmi Yavuz ve Prof. Tahsin Yücel'den oluşan Seçiciler Kurulu, 14 Nisan'da toplandı. Kurul, bu yıl ödülün Sevgi Bağları adlı yapıtıyla Turgay Fişekçi'ye verilmesini kararlaştırdı.

Ödül töreni, Behçet Necatigil'in doğum günü olan bugün Grand Hotel Haliç'te yapılacak.

Kaynak: www.hurriyetim.com.tr (16.04.1999)

Fişekçi, ödülünü aldı

Behçet Necatigil anısında her yıl düzenlenen 'Şiir Ödülü'ne 'Sevgi Bağları' kitabıyla değer görülen Turgay Fişekçi, Grand Hotel Haliç'te düzenlenen törenle ödülünü aldı. Tanınmış şair, yazar, eleştirmen ve edebiyatçıları buluşturan ve Necatigil'in doğum gününde düzenlenen törende, Cevat Çapan, Necatigil'in, sadece bir şair, edebiyat tarihçisi, bir çeviri ustası değil bir öğretmen olduğuna değindi. Fişekçi'yse, "Ödül kurulduğundan beri bizim kuşak şairler için efsane oldu" dedi.

Kaynak: Radikal, 18 Nisan 1999

Behçet Necatigil Şiir Ödülü, kuruluşunun yirminci yılında Turgay Fişekçi’ye verildi

‘Sonsuz bir sevgi seli var içimde’

Güler Çetin

Behçet Necatigil Şiir Ödülü kuruluşunun 20. yılında genç kuşak şairlerden Turgay Fişekçi’ye verildi. İnsan, doğa, aile sevgisi temalı şiirlerinin yer aldığı “Sevgi Bağları” adlı kitabıyla ödüle değer bulunan şair, ailedeki sevgi ve paylaşım modelinin tüm topluma yayılması arzusunda. Turgay Fişekçi ile ödül ve şiir üzerine konuştuk.

- Behçet Necatigil Ödülü’nün sahibi oldunuz. Ödülü değerlendirir
misiniz?

Kurulduğundan bu yana ilgi duyduğum, almayı özlediğim bir ödüldü. Öncelikle kişiliğiyle, bıraktığı izle şiirimizde çok özel bir şair olan Behçet Necatigil’in adına konmuş olması önemli benim için. 1980’e kadar ülkemizdeki en önemli şiir ödülü Türk Dil Kurumu Ödülü’ydü. Türk Dil Kurumu’nun kapatılması ve ödülün sona ermesiyle aynı yıl başlayan Necatigil Şiir Ödülü Türk yazınında bir boşluğu doldurdu. Ödül ilk yıllarda İlhan Berk, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Oktay Rifat, Cevat Çapan gibi şiirimizin önde gelen temsilcilerine verildi. Bu da değerini artıran bir nitelik. Kimi yıllarda da bizim kuşaktan genç, parlayan şairlere verildi. 1981’de ‘Alacakaranlıktaki Ülke’ adlı kitabıyla Ahmet Erhan’a verilmesiyle ödül genç kuşak için efsane haline geldi. Bizler de ne zaman kazanacağız diye beklemeye başlamıştık. Ödülü almış olmam kadar bu ödülü Adalet Ağaoğlu, Füsun Akatlı, Cevat Çapan, Doğan Hızlan, Fethi Naci, Tahsin Yücel ve Hilmi Yavuz’un yer aldığı bir jüriden almam da çok önemli benim için.

- Genç kuşak şairlerin bir temsilcisi olarak şiirin günümüz insanı için önemini değerlendirir misiniz?

Şiirin insanlar için önemi, göründüğünün çok ötesinde. İnsanlığın en eski sanat dallarından biri şiir. İnsanların günlük yaşamlarındaki işlere ritim tutarken oluşturdukları müziklere uydurdukları sözlerden doğmuş. Yüzyıllarca da günlük yaşamla iç içe sürdürmüş varlığını. Dolayısıyla insanların bütün tarihsel geçmişinin, insanlık deneyiminin bir birikimi var şiir sanatının içinde. Bu nedenle insanın kendisini, geçmişini, hatta dünyayı tanıması için çok önemli bir araç. Endüstri toplumlarının ortaya çıkmasıyla şiirin insan hayatındaki yeri de birden büyük bir kesintiye uğradı. Kapitalizmin ilk döneminde insanlar günde 16 saatlik çalışma sürelerinde makinelerin kölesi haline geldiler. Ne şiir ne de başka bir şey düşünecek halleri kaldı. Günümüze doğru geldikçe bu insanlık dışı durumdan kurtulduk belki ama şimdi de ‘iletişim toplumu’ dediğimiz yaygın iletişim bombardımanın altındayız. Bu sistem tüketim toplumunu ayakta tutacak şekilde çalışıyor. Günde on kere kimseye “şiir oku” denmiyor ama dışardan bir ses günde on kez “deterjan kullan” diyor. İnsanın bunlardan kaçması olanaksız. Nasıl yaşayacağımız konusunda dışardan güdümlü bir hayat sürüyoruz. Kimi şeyleri yapmamak insanda psikolojik eksiklikler doğuruyor. Belli markaları kullanmamak, otomobil sahibi olmak örneğin… Şiir ne yazık ki bu toplum dışılığını günümüzde de sürdürüyor.

- Toplumun şiirle yeniden barışabilmesi mümkün değil mi?

Şiirin insan hayatına girebileceği tek yer olarak okullar var. Okullarda eğer şiir tanıtılırsa, şiirden tat almak, şiiri sevmek öğretilirse bu daha sonraki yaşamlarımızda da belli oranda sürebilir. Ancak günümüzün eğitim sisteminde bu yok. Öğrencilere bu zevki aşılayabilecek öğretmenler yok öncelikle. Şiiri seven ve bu sevgiyi öğrencilere aşılayabilecek öğretmenlere ihtiyacımız var. Günümüz insanı, insan hayatının dışarıdan belirlenmesi ve ona belli şeylerin dikte edilmesi nedeniyle mutsuz yaşıyor. Şiir insanlar için bütün bu bağları kurabilecekleri, dünyayı, insanları, çevrelerini tatlı ve gerçek yönleriyle tanıyabilecekleri bir araç. Günümüz insanı için çok yaşamsal bir gereklilik bence. Ne yazık ki insanlarla şiir arasında bir uzaklık var bugün ama bu uzaklık kırılabilir ve insanlar yeniden şiirle barışabilir. İlerde daha mutlu bir dünya ve insanlık olacaksa bunun içinde şiirle insan mutlaka bir arada olacak.

- Daha mutlu bir dünya ve insanlık özlemi şiirlerinizin de ana teması. ‘Sevgi Bağları’nda Yugoslavya’daki savaşı, doğa özlemini konu alan şiirleriniz var. Tema edindiğiniz bu konuların düzelecekleri yerde kötüye gitmesi sizi umutsuzluğa düşürmüyor mu?

Ben saflık düzeyinde olumlu düşünen bir insanım. Günlük yaşam ne kadar kötü olursa olsun, olaylara canım ne kadar sıkılırsa sıkılsın insanların geleceğiyle ilgili maddi temeli olmayan bir iyimserliğim var. İnsan dünyanın yarattığı bir varlık sonuç olarak. Ancak yeryüzünü o kadar kötü kullanıyor ki kendisini var eden koşulların dengesini bozuyor, yok ediyor. Bunun geri dönüşünün olabilmesi için bu koşulları yaratan sanayi dediğimiz şeyin de yok olması ya da biçim değiştirmesi gerek. Umutlu olabilmek için bir tek maddi yön var. Teknolojinin son derece hızlı gelişmesi. Yani dünyayı bu kadar kirleten ve bozan teknoloji bir gün bunu düzeltecek olanaklara kavuşacaktır diye düşünüyorum. Bununla ilgili ipuçları da var. Petrol enerjisi yerine artık elektrik kullanılabilir. Bu tür gelişmeler, dünyanın geleceği adına umut verici. Önce paranın değil insanın ve doğanın düşünülmesi gerekiyor.

- Şiirlerinizde açık anlaşılır bir dil kullanmanıza karşın derin bir felsefe sunuyorsunuz okurlarınıza. Nedir bu felsefenin kaynağı?

İnsan ve doğa sevgisi… Ama öyle gündelik, yüzeysel bir sevgi değil bu. Bazen yolda insanların yüzlerine bakmak, onları izlemek bende derin bir acı uyandırır.
Yolda mesela gencecik insanlar görürüm. Neşelidirler, hayat doludurlar. Onları bekleyen şeyleri düşündüğüm zaman onlar adına hüzünlenirim. Doğadaki her şey beni ilgilendiriyor. Kendimi de onların bir parçası olarak görüyorum. Eski şiirlerimden birinde de gençkızlarla ilgili “Hepinizi sabah ayna karşısında süslenirken görmek isterdim” diye bir dize vardı. Bu duyguyu tanımlamak zor bir şey. Aşk, baba sevgisi denemez. Böyle sonsuz bir sevgi seli taşıyorum içimde. Bu sevgi dünya, yeryüzü sevgisi. Üzerindeki böceğiyle, otuyla, hayvanıyla, insanıyla…

Kaynak: Cumhuriyet, 8 Mayıs 1999